Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

29 Ağustos 2014 Cuma

AMBULANS SESİ VE HAYATTA KALAN ONİKİ

Soma'ya Bir Köprü Güncelerinden...

İnsana yapışan bir sıcak vardı bugün. Keyifli bir etkinliği daha bitirmiş. Konukları yolcu etmiş. Kaymakamlıkta ki resmi işleri de  tamamlamıştım. Üstü çardakla kaplı sokakta Alim Beyi bekliyordum dönüş için. Elimi yüzümü yıkayıp oturduğum yere döndüğümde sandalyelerin dolmuş olduğunu gördüm. Ortadaki masada iki genç arkadaş oturuyorlardı. Selamlaşıp boş sandalyeyi gösterip “Oturabilir miyim?” dedim. “Lütfen” diyerek davet ettiler.”Merhaba” diyerek oturdum masaya. Nasılsınız sorularına teşekkür ederek siz nasılsınızla başlayan bir sohbet başladı.  Psikososyal Destek Merkezindeki gönüllülerden sandığımdan “Siz de yeni gelen ekipten misiniz? diye sordum. Önce anlamadılar. Psiko-Sosyal Destek Merkezini işaret edince “Yok biz termik santralde çalışıyoruz. İşten çıktık burada bir çay içelim dedik” dedi uzun boylu olan. "Siz?" diye sorunca ”Yok sadece haftada bir gün geliyoruz, çocuklarla etkinlik yapıyoruz destek olmak için” dedim. Uzun boylu olan “ Nasıl durumları? Çocuklar unuturlar mı?” diye sordu.”Unutmayacaklar, biz de unutmayacağız bir yanımız hep hatırlayacak, belki hayatı normalleştirme çabası bizim ki, ama asıl üst katta psikologlarla yaşadıklarıyla baş etmeleri konusunda çalışıyorlar .”

Daha kısa boylu mavi kareli gömlekli olan. “Valla unutulmaz , biz hala her ambulans sesi duyduğumuzda titriyoruz” dedi. “Evet ya hala kötü oluyorum her ambulans sesinde” diyerek sigarasından aldığı nefesi yukarıya doğru usulca bıraktı uzun boylu olan başını iki yana sallayarak.

Birden sanki içimden bir şey boşaldı… Hani bir sandığın kutusu açılır ya işte öyle… Ambulans sesi… 12 Kasım 1999 gecesine alıp götürdü beni…  Heyelanın olduğu bölgede yakalanmıştık depreme, resmi araçtaydık. Koru Motel' de eğitimde olan ekip arkadaşlarımız vardı. Onları almaya gidiyorduk. Önce araç savruldu. Ben Sakarya’daki teyzemle telefonla konuşuyordum. Bir gün önce 5.7 yle sallandığımızda aramıştım Kocaeli’ndeki görev yerimden. “Ay ay ay” sesini duymuştum sadece ve telefonlar kesilmişti. Bir daha da ulaşamamıştım. Ulaşınca da uzadı konuşma, Önce arabayı kullanan arkadaşım şaka yapıyor sandım, telefonu bırakıp ona “Ne yapıyorsun?” diye döndüğümde onun soğukkanlılıkla direksiyona hakim olmaya çalıştığını gördüm “Sakin ol,deprem oluyor” dedi. Önümüzdeki asfaltın s harfi çizerek yürüdüğünü gördüm birden. Araba yandaki uçuruma doğru döndü önce, farlar ortada duran beton yol işaretlerini aydınlattı sapsarı, sonra tekrar önümüzü gösterdi. Sarsıntılar devam ederken yolun sağına zor bela yanaştık. Önümüzde iki araç daha vardı. Aynı şeyi yaptılar. Aracı kullanan arkadaşım onları da uyardı, burası heyelan bölgesiydi yavaş yavaş hareket ettik. İçimiz dışımız sessizliğe bürünmüştü. Biliyorduk ki ikimizinde aklı Koru Motel’deki altmış civarındaki arkadaşımızdaydı. Neyle karşılaşacağımızı bilemeden hiç konuşmadan otele vardığımızda otel binası sağlam bir şekilde yerinde duruyordu, eğitimden çıkıp yemek için hazırlanmak üzere odalarına dağıldıkları sırada olmuştu deprem. İzmir’den bir arkadaşımı gördüm birden bahçeye toplanmış kalabalığın içinde.Birbirimize sarıldık can havliyle… Gözyaşları içinde. Genç bir otel çalışanı vardı yalınayak fırlamıştı. Beyaz önlüğünü çıkarmış yere sermişti, ayakları çıplak bir başka arkadaşı soğuktan üşümesin diye. Fotoğraf karesi olarak hala net bir biçimde anımsıyorum o donmuş kalabalığı. Farklı şehirlerden gelen sosyal hizmet çalışanları sokak çocukları ile ilgili bir eğitimdeydiler. Ertesi sabah ayrılıp geldikleri şehre döneceklerdi. İki arkadaşımız Kocaeli’nde görevliydi. UNİCEF yetkilileri birilerine ulaşmaya çalışıyordu… Bizim yapabileceğimiz bir şey yoktu. Görev yaptığımız yere dönmemiz gerekiyordu. İki arkadaşımızı aldık ve dönüş yoluna koyulduğumuzda depreme yakalandığımız bölgede yolun çökmüş olduğunu öğrendik. Yol kapalıydı. Siren sesleri geliyordu uzaktan. Resmi araç olduğumuz için orman yolundan geçiş izni verdiler. Çukurlarla dolu toprak bir yoldan Kaynaşlı’ya ulaştığımızda o yolda belimde disk kaydığını ertesi gün çadırkentte araca binemeyecek şekilde kilitlenip kaldığımda anlayacaktım.

Kaynaşlı’ya ulaştığımızda ilk gördüğümüz yol ortasını kesip geçen fay hattının üstünde ters dönmüş koca bir TIR oldu. Beni çarpan ikinci şey ise giderken alışveriş için durduğumuz benzin istasyonu binasının çökmüş olmasıydı. O binadan ayrıldıktan beş on dakika kadar sonra olmuştu deprem. Yer yer yangınlar vardı. Yol boyu dizi dizi ambulans, itfaiye aracı doluydu. Arama kurtarma ekipleri hemen harekete geçmişti. O gece gördüğüm ambulans sayısını anımsamıyorum. Yanıp sönen kırmızı mavi lambalardan hızla akan bir konvoydular yer yer. Siren sesleri kesintisizdi. Her siren sesi kurtarılan bir can demekti. Umut var demekti… O yanıp sönen mavi kırmızı ışıklar hayata taşıyordu içindeki canı.

O geceden beridir her ambulans sesi duyduğumda içimde bir umut ışığı yanar. Hayata koşan bir can vardır ve o canlara nefes olan birileri…

İçimdeki dalgalanmayı durdurduğumda yeniden bulunduğum sokağa döndüm. İki arkadaş maden kazası gecesini anlatıyorlardı, hala ambulans sesiydi paylaştıkları. “Bazen uykumda duyuyorum hala” dedi uzun boylu olanı. Ambulans sesinin ben de 12 Kasım depremi gecesinden sonra taşıdığı anlamı paylaştım onlarla bana çağrıştırdıklarını anlatmadan. Uzun boylu olanı “Orada mıydınız?” dedi ilgiyle sandalyesinden bana doğru eğilerek. 17 Ağustos’ta Gölcük’te askermiş, 12 Kasım'ı da İmralı da yaşamış. “Burada da bunu yaşadık” dedi… Mavi kareli gömlekli olana döndü “Anlatsana” dedi."İki ay önce hani burada deprem olmuştu". “Unutulmuyor demek ki” dedi arkadaşı ve deprem anında arkadaşının nasıl paniklediğini anlatmaya başladı. “Psikolojimiz iyice bozuldu, çalıştığımız santralde özelleştiriliyor şimdi” dedi… Psiko-sosyal Destek Merkezine neden başvurmadıklarını sordum. Mesaileri varmış. Uzun boylu olanı “Haftasonu çalışıyorlar mı?” diye sordu. Yukarıya çıkıp başvurabileceklerini eminim uygun bir zaman ayarlaması yapılabileceğini söyledim.

Alim bey gelmemişti henüz, otobüsü kaçırmayayım bari diyerek aradım. Telefon konuşmamı duyunca, “Burada eviniz var unutmayın” dedi uzun boylu olanı, "Bizim misafirimiz olun. Eşim ve iki çocuğumla burada yaşıyorum ben, arkadaşım Manisa’dan gelip gidiyor. Biz sizi konuk edelim lütfen” dedi. Zaten boğazıma inen yumruk tıkamıştı beni, hem geçmişten çıkıp gelen anılar hem de o acı deneyimlerin bana kazandırdığı güzel insanlar ve hala umut edebileceğimi anımsatan, bana evlerini, yüreklerini açan o güzel yürekli insanlar…

İçin için bir ağlama isteği kabarıyordu… Sıcak ve yorgunluğun üstüne …Bir çay içimi süresine bir hayat sığdırmıştık. Alim bey indiğinde “Hoşçakalın.Yukarıdan randevu alın lütfen” diyerek vedalaştık. “Burada eviniz var unutmayın” dedi yine uzun boylu olan… Ne çok evim oldu benim böyle…

Dönüş yolunda zihnimi kapattım içimden taşıp gelenlere… Ekip arkadaşlarıma gün içinde yaşadığım komiklikleri yazıp durdum İzmir’e kadar… Ama işte gecenin üç buçuğunda kapatmayı unuttuğum telefon seslerinden biriyle uyandığımda saat 03.17 ydi…Gözlerim yaş içinde zihnimde iki kelime…"Ambulans sesi…" İçimde ne varsa döküldü gece yarısı aktı aktı…Ben neyin aktığını bilemesem de içim biliyordu…

Yıllar önce travma eğitimini aldığımız Ilgaz Dağı'nın karlar içindeki bembeyaz bir gecesinde içimi temizleyen o ilk günü…Bana danışmanlık veren Robert’in gülen yüzünü ve bana söylediklerini anımsadım…17 Ağustos gecesi yakınlarımı aradığım Sakarya sokaklarını, travma çalışmasında resimlediğim sallanan perdeleri… Sarı renkli araba farlarının aydınlattığı beton duvarları, kırmızı mavi renkleri…17 Ağustos gecesinden, eğitimin ilk gecesine beni uyutmayan her şeyin, nasıl sakinlediğini ve hiçbir ilacın beni uyutmadığı o dönemde ilaçsız, kesintisiz 12 saat nasıl uyuduğumu…

Hayata bakış açımı değiştiren beni afet gönüllüsü yapan o günlerin, beni aslında hep umuda taşıdığını, yıkıntıların içinde çiçek açtırabilmenin inancını içime yerleştirdiğini duyumsadım…

Kütüphanemde duran UNİCEF baskısı bir kitabın geniş sırtında yazan “Hayatta Kalan Oniki” kelimelerinin içini dolduran hayatta kalanı yaşatmak için çabalamanın aslında kendimizi de yaşatmak olduğunu, hayatın içinde umuda tutunmanın insanı diri kıldığını anımsadım…

Üstümüze karabulut gibi çöken bugünlerde yine umuda, çocuğa sarılmak… Her ambulans sesinde umut var diyebilmek… Dünya gezegeninde nerede olursak olalım bu sesi hep bir şekilde duyacağımızı bilerek, kırmızının can yakıcılığı kadar mavinin serinleticiliğini taşıyan renklerindeki dualiteyi görerek elinden gelenin en iyisini yapabilmek…

Saat: 05.16
29 Ağustos 2014/İzmir

SOMA BULUŞMALARI- 7


Tülin Kozikoğlu'yla " Çılgın Dondurma" 28 Ağustos 2014/Soma

Her Soma yolculuğunda yeni bir şey öğreniyorum. İzmir’den gidişlerde bazen çok beklerken bazen az bekliyordum, bazen de dakika farkıyla kaçırmış oluyordum yakın saatlerde durakta olmama rağmen. Bazen otobüs boş oluyor bazen dolu. Böyle durumlarda Akhisar aktarmalı gidiyordum. Manisa otobüsleri sık gelmesine karşın Manisa’dan Akhisar veya Soma’ya direkt otobüs olmadığını öğrenmiştim. İzmir’den kalkanları bekliyordunuz mecburen. Manisa ve Akhisar için bu otobüslerde kontenjan ayrılıyormuş önceden, öyle durumlarda duraktan başka yolcu almıyorlarmış. Önümüzdeki hafta İzmir’den gelecek konuğumuzla yolculuk yapacağımız için telefonla önceden yer ayırtmayı denedim bu kez. Yer var mı yok mu yetiştik yetişemedik kaygısını taşımadan tek araçla Soma’ya ulaşmak daha az yorucu olacaktı. Öyle de oldu.

Bu kez bindiğim otobüs Akçay’a kadar gidiyormuş. Kontenjanlıydı epey yolu yarısı boş şekilde gittik. Sabuncubeli’nin yemyeşil yorgan gibi uzanan ormanları insanın ruhuna iyi geliyor sabahın bu saatlerde. Yol boyu zengin ovada bölgesel ürünler dikkat çekiyor Saruhanlı “Üzüm Diyarı”. Bağlar bozulmuş bu hafta. Bağlarda yer yer üzüm toplayanlar var, üzüm bağlarının yakınlarına serilmeye başlamış toplanan üzümler. Geçen haftadan serilenler kahverengiye dönmüş. Yeşil kahverengi ince uzun halı gibi uzanıyorlar yol boyu bembeyaz yaygılar üzerinde. Traktörlerde kovala, seleler dolusu üzümler taşınıyor. Mısır tarlalarında mısırlar toplanmış, saplar kurumuşlar, yeşilden sarı-kahveye dönmüş renkleri. Akhisar civarında tütün kırımları bitmiş, tohuma bırakılmış tarladakiler. Kırkağaç garajındaki telli kavak budanmış alt dallarından.
Bu haftanın konuğu Tülin Hanım, iletişim yayınlarından Dilek hanımla,yayınevinin sağladığı bir araçla istanbul’dan yola çıktlar. Feribotla Bandırma üzerinden geliyorlar. Onlar yoldayken ulaştım Soma’ya . Kaymakam beyin geçen hafta istediği bu zaman kadar yapılanlarla ilgili sunum dosyasını vermek üzere ziyaretine gittim. İlçe halk Kütüphanesine kuracağımız destek kitaplığı yazısını da verdim. Kaymakam bey bunun için bir protokol yapacağımızı, gün içinde hazırlatacağını etkinlik sonrası  uğrayıp alacağımı söyledi. Gün sonunda bizi kahkahalara boğacak bir dizi olaya neden oldu bu protokolun hazırlanma süreci.
Konuklarımız geldiğinde salonumuz hazırlanmıştı.  Prejeksiyonu kurmak istediğimizde elektrikte bir sorun olduğunu fark ettik. Hiç sorun değildi yandaki esnaftan uzatma kablosuyla geliverdi elektirikJ
Çocuklar toplaştığında merhaba çemberimizi yaptık ve Tülin hanım projeksiyona yansıttığı  Lili ve çocuklarını tanıttı teker teker. O kadar çocuğu ve her çocuğun o kadar çok öyküsü vardı ki,gönül isterdi ki hepsini dinleyelim ama birini seçmek gerekiyordu. Çocuklar hangisini seçsek diye düşünürken ; O dondurma tutkunu Peli yok mu bence biraz rüşvet verdi Yazar’a,üstelik tam da Soma’ya gelirken feribotta karşısına çıkıp o kadar çok dondurmalı malzeme vermişti ki, hele o dondurma şekerler işi bitirdi elbette Peli’nin öyküsü anlatılacaktı.:))
Oldukça keyifli, çocukların dikkatini bir an bile kaybetmeden ardı ardına gelen aktivitelerle sürdü soluk soluğa sürdü etkinlik. Kocaman bir dondurma ağacı bile yaptık “en çok sevdiğimiz şey”lerden.  O kadar dondurma lafı geçti ki hepimizin canı dondurma istedi. Olsa da yesek derken “Dondurmacııııııııııı” diye bağırmaya başladık hep birlikte… Camlardan sokaklara, evlere,dükkanlara taştı sesimiz, herkes duydu ama en çok Alim Bey duydu ve dondurmacıdan dondurmaları alıp yollayıverdi. Çilekli, çikolatalı çeşit çeşit dondurmalar yoldayken “ Yazarlık Sırlarını” paylaşmaya başladı Tülin hanım kiii dondurmalar geldiJ Bu yazarlık sırları önemliyd elbette ama dondurma her şeyden önce gelirdi hepimizin içine Peli kaçmıştı.  Dondurmalar yenip sokak başı çeşmesinden sular içildi, eller ıslak mendillere silindi ve hemen sırlara geçildi. Kimmiş o şiir yazamam diyen bilemedim. Yazmayı bilen de yazdı bilmeyen de yazdı hem de sırasına uygun bir biçimde okudu. Okuma yazma bilmeyen beş yaşındaki Sarp’ın afişe bakarak yazdığı harflere bakarak, sırasına uygun bir biçimde kendi cümlelerini de eklediği şiiri ağzımız açık dinledik. Son cümleyi anımsayamayınca “Onu unuttum neydi” dedi. Gazlı cümle hatırlatılınca gerisini tamamladı. Kaydetmeyi akıl edemedik o şaşkınlıkla. Annesi yazmış, verdi bir sonraki hafta;

Ben bir arıyım
Yaramaz çocukları sokarım
Ben bir balım
Çok tatlıyım
Ben bir şapkayım
İnsaları güneşten korurum
Ben bir çikolatayım
Tatlıyım
Ben bir güneşim tutulamam
Havanın üstünde dururum.

 Üç saate yakın süren etkinlikten kimse ayrılmak istemedi ama konuklarımızın yolu uzundu. El sallayıp onları yolcu ettik. Kaymakam beyi aradım protokol hazırsa uğramak için. Hazır dedi. O sırada Alim bey yanımda biriyle telefonla görüşüyordu bana “Sevgi hanım kaymakam beye bir dosya vermişsiniz, yanınızda digital ortamda var mı ?“ diye sorunca yanımdaydı birlikte gittik Kaymakamlığa. Protokolun yazıldığı odaya girdiğimiz manzara şöyleydi. Bir sonraki haftanın etkinliğin Kaymakam Beye  verdiğim afişi bir memurun elindeydi, masada oturan memurun elinde de sunum dosyası. Masada oturan köprünün nereye yapılacağını soruyor, afişi tutan da bir yandan afişteki adresi okuyor diğer yandan da “Ya öyle köprü değil” diyordu. Anlamak için zaman gerekti elbetteJ)  hazırlanan protokolde bizim Soma’ya bir köprü yaptıracağımız yazılmıştı ama adres ilçenin ortası olduğundan bir türlü nasıl yapılacağı anlaşılamamıştı.  Neyse ki zamanında gelmiştik. Alim beyle bilgisayar başına geçtik proje özetini protokole çevirdik. Kaymakam beye götürdüğümüzde çıkmış olduğunu öğrendik. Alim imzaladı protokolü ve İstanbul’a Başkana yollamak üzere ben aldım.

Yoğun yorgun, kahkahalı bir bir gün olmuştu. Alim Bey sizi Akhisar’a kadar götüreyim deyince psiko-sosyal destek merkezine gittik beraber. Onu beklerken termik santralde çalışan iki işçiyle yaptığımız konuşma ise beni duygusal olarak dağıttı. Bu bir başka yazının konusu. 

Dilimde dondurma tadı, gönlümde bir sızı İzmir yollarına düştüm bir sonraki hafta Arslan Sayman’la “Her Ağacın Bir Şarkısı” var demek üzere…

Sevgi Koşaner-İzmir


22 Ağustos 2014 Cuma

SOMA BULUŞMALARI-6

Süleyman Bulut'la " Kim Söyleyebilir Kim Söyleyemez" 21 Ağustos 2014/Soma

Bu sabah İzmir trafiğinde bir sıkışıklıktır gidiyor. Soma Otobüsü otobanda sıkışınca gecikti. Akhisar Otobüsüyle yola koyuldum. Süleyman Bulut bir gece önceden gelmişti Soma’ya ÇYDD nin konuğu olacaktı bu sabah.
TUDEM den etkinlikte kullanılacak kitapların merkeze ulaştığı bilgisiyle rahatlayarak sabahın hallerini seyre daldım yolboyunca… Elimde bir parça simit dilimde bir yanıltmaca;

Simitleri susamlatsak da mı satsak,
Susamlatmadan mı satsak;
Yoksa susamlatmadan satsak da,
Satın alanlara mı susamlatsak ?

Yanıma Gülümser oturdu, yeşil gözleri, sürekli canım diyen diliyle… Bir parça simit uzattım. “Yok canım ben erken kahvaltı ettim” dedi. Bubasıyla konuştu telefonda, ineceği yeri öğrendi. Sonra bana döndü, “Hacıramanlı" da iniyorum hep bugün bubam Saruhanlı’ya gitmiş te, beni de oradan alacak. Gelin geldim İzmir’e beş yıl oldu. Zor oldu alışması, uzak geldi önceleri ama şimdi alıştım işte gelip giderken”. Yeni otobüs sistemi şaşırtmış onu bugün. Karıştırmış yolları biraz. Evlilikte oturmuş zatenJ İkisinin de ikinci evliliği imiş. Kocası çalışmasına izin vermiyormuş. Bir izin verse çalışacak, “İnsan isteyince her bi işi öğrenirmiş zaten”. Ama kocası kıskançmış, “Aslında işine gelmiyor ya” diye ekledi…“Ah bu ülkenin kadınları” diye geçirdim içimden… İsteseler nasıl güzel bir dünya yaratabilirler o içlerindeki gizli güçle…Gözüm tarlalarda bir yandan. Tütünlerin uç kırımları da yapılmış çoğu tarlada. Çiçekleri tohuma bırakılmış. Birkaç üzüm bağının yanında serilmiş üzüm görüyorum. “Aaa bağ bozumu başlamış burada da” diyorum. Gülümser bakıyor yüzüme “Bağ nasıl bozulurmuş ki?” diyor. “Üzümler toplanmaya başlamış”  diyorum. “Ha diyor iki üç gün oldu başlayalı. Haftaya daha çok görürsün. Sen şehirlisin nerden biliyon ki bunları canım ya?…” Anlatınca “Bak gördün mü hemşeriymişiz de seninle canım. Ben de Manisa’nın köyündenim zaten.”.Saruhanlı’da benzin istasyonunda indi Gülümser “Hadi sana iyi günler canım, görüşürüz” diyerek…Yol boyu değişikliklerden biri de Akhisar’dan Soma’ya dönen yolun asfaltlanmaya başlanmasıydı. Epeyce kısmı bitmiş. Yolculuğu rahatlatmış biraz bu.

Soma’ya öğle saatlerinde vardığımda Süleyman Bulut’un ben hazırım mesajıyla koşturarak ÇYDD Eğitimevine ulaştım. Kaymakam Bey yoldayken aramıştı, bekliyordu bizi. Hazır Yönetim Kurulu üyemiz buradayken Destek Kitaplığının yerini çözmeliydik… İlçe Halk Kütüphanesi sorumlusuyla bir görüşme yaptı Kaymakam Bey. Orada bir bölüm yapılabileceğini söyledi. Bunun için bir protokol yapmalıydık. Bir de sunum dosyası istedi bizden. Kaymakam beyin yanından bir sonraki etkinliğin afişini de bırakarak ayrıldık…

Bu çorbayı nanelemeli de mi içmeli
Nanelememeli de mi içmeli **

deyip bunu söylemenin de bu sıcakta çorba içmenin de zor olacağına karar verip etkinlik öncesi yemeğimizi yedik.

Etkinlik salonu hazırlanmıştı Alim Bey bizi psiko-sosyal destek merkezinizin sokağındaki çay ocağına davet etti. Burada soluklanırken salon dolmuştu bile… Birbirimize “Merhaba” konuğumuza “Hoşgeldiniz” diyerek sözü ona bıraktık.

Bu yazar çocukken kızdırmış bir gün öğretmenini, o da ona bir ceza vermiş. Hem yazıp hem söylemesi için bir cümle… Yazmış yazmasında da bir tülü söyleyememiş… Hem o gülmüş hem arkadaşları… O gün bugün bu yanıltmaca tekerlemelerini toplamayı iş edinmiş kendine… Bir de oyun yaratmış arkadaşlarıyla “Kim Söyleyebilir Kim söyleyemez” diye… Önce öğretmenin verdiği yanıltmacayla başladık,sonra açılan sayfaların altını üstüne getirdik ,söyledik söyleyemedik, güldük, katıldık, kıkırdadık, eğlendik… Hepsi iyiydi de acaba okuduklarımızı yazıp yazdığımızı da okuyabiliyor muyduk?
Kağıt kalemler dağıtıldı, herkes kendine bir yer buldu, kimi gizledi eliyle yazdığını yazılıdaymış ta aman kimse görmesin der gibi, kimi dilinin ucunu havalandırdı dışarı çıkarıp, kimi yumuk yumuk ellerle sıkıca kavradı kalemi belki yardımı olur diye… Yazamayanlar çizdi boyadı… “Kitabı imzalar mı bize?” diye sordu biri, sıra oluştu birden yazmayı bitirenlerden. İmzalatan yerine oturdu kendiliğinden çalıştı pıtır pıtır sessizce yazdığına…  Sırayla okudular yazdıklarını. Merak etti biri “Siz bu yazdıklarınızın hepsini okuyabiliyor musunuz peki?” … Neyse ki okutmadılar hepsini yazaraJ) Yazar olmakla ilgili sorular izledi, kimse gitmek istemiyordu… Sonunda “Gel bize katıl bize” diyerek bitiş çemberimizi yaptık.

Ekerek mekerek
Kırk merdiven dikerek
Binbir kapıdan geçip yüzbir tekerleme söyleyerek,

Söyleyebildiğimizi birilerine öğretmek üzere vedalaştık çocuklarla… Haftaya çılgın bir dondurma hikayesi bekliyordu bizi… Acaba dondurmacı da gelir miydi?
Alim Beyin rehberliğinde İlçe Halk Kütüphanesini bulduk Necati beyle tanıştık. İki yıl olmuş kütüphane buraya taşınalı. Eski kütüphane daha merkezi bir yerdeymiş. Buraya gelince zor olmuş biraz. Çok fazla bilgisayardan şikâyetçiydi ama okul zamanı da en çok bilgisayarlar kullanılıyormuş. Fikir alışverişinde bulunduk ve hoşça kalın diyerek Akhisar’a doğru yola çıktık.
18.30  İstanbul otobüsüne yer değiştirtme çabalarımız olumsuz sonuçlanınca biz de garaj sohbetine koyulduk 20.30 otobüsünün gelmesini beklerken. Tanıdık bir yüzle karşılaştık garajda Sevgili Necdet Neydim de İstanbul’a dönüyordu. Soma’da bir ara uzaktan el sallamıştık birbirimize. Yoğunluktan görüşememiştik. İyi oldu karşılaşmak.  Süleyman Bulut’la aynı otobüsteymiş meğerse.  Keyifli, bilgilendirici, paylaşımcı bir sohbetin ardından seslerimizi garajın seslerine karıştırıp otobüslerimize bindik. Geride bir hoş seda bırakarak.
Ben yine dilimde bir tekerleme İzmir yolundayım.

Bu konuyu ballandırıpta mı anlatmalı;
Dallandırıp budaklandırıpta mı anlatmalı? **

Önümüzdeki hafta Sevgili Tülin Kozikoğlu ile Çılgın Dondurma diyeceğiz …


Sevgi Koşaner

** 101 Yanıltmaca, Derleyen: Süleyman Bulut, Resimleyen: Burcu Yılmaz,Tudem Yay.2012


19 Ağustos 2014 Salı

SOMA BULUŞMALARI-5

Sara Şahinkanat'la " Yavru Ahtapot Olmak Zor" / 14 Ağustos 2014/Soma

Yavru ahtapotun yolculuğu hafta başından başladı. İstanbul’dan yol arkadaşlarıyla birlikte yola çıktı Salı günü. Sevgili Cafer her zaman ki desteğiyle bu yolculuğu başından sonuna takip etti. Yavru Ahtapotun annesi Çarşamba akşamından İzmir’e uçtu. İzmir’e gelmişken Kordon’da bira patates yapmamak olmazdı. Sanki uzun yıllardır tanışıyormuşçasına başlayan sohbet İzmir’in imbatına karıştı keyifli bir esintiyle.

Perşembe sabahı Soma otobüslerinin durağında bizi bir sürpriz bekliyordu. Asker sevkiyatı vardı. O nedenle doluydu Soma’ya gidenler. Akhisar Otobüsünde yer bulunca bindik hemen. Sara dinlenirken  Yavru Ahtapotun henüz Soma’da ulaşması gereken yere ulaşmadığını öğrendim. İstanbul-Manisa-Soma görüşmeleriyle etkinlik yapacağımız yere ulaştı bilgisi geldi. Artık yolu izleyebilirdim. Bu yolculuklarda Manisa ovasından başlayarak doğanın bu mevsimdeki ritmini izlemek sakinleştirici oluyor. Üzüm bağlarında üzümler salkım salkım. Kış mevsiminde dik bir gövdeden zeybek gibi yukarı kalkan kollarını izlediğim asmalar yeşil giysileriyle şimdi… Kısa bir süre sonra kızaracaklar… Bağ bozumu henüz başlamamış bu tarafta. Oysa bugün Urla’da Bağ Bozumu Şenlikleri var.

Akhisar’a ulaşıyoruz ve hiç beklemeden Soma dolmuşuna biniyoruz. Hava çok sıcak.  Araçların klimalı olması rahatlatıcı. Dolmuşta Samsun’dan gelen askerler var. Traşlı başlarıyla hemen belli ediyorlar kendilerini. Yüz yetmiş kişi gelmişler. Kırkağaç’ta boşalıyor dolmuş. Bu sefer pazara gelmiş teyzeler biniyorlar koyu renkli çiçekli şalvarlarıyla… Gülümsüyor biri bize. “Nerelisin*” diyor. Sohbet ediyoruz. Pazara inmemiş bugün çarşıya gitmiş. Öveçler köyündenmiş. Yol üstündeymiş köyü. Arkamızdaki koltuklara beyaz zambak kolonyası kokan iki teyze oturuyor. Yol boyu kokularına biraz dertleşme biraz dedikodu karıştırıp sohbet ediyorlar. Öveçlerde iniyor yandaki iki teyze “Hoşçakalın” diyerek, güzel gülüşünü bize bırakarak. Tütün tarlalarına bakıyorum orta kırım yapılmış bir kısmının uç kırımları da bitmiş. Çiçeğe durmuşlar artık… Sara soruyor bunu nereden bildiğimi. Babaannemler tütün yetiştirirdi. Çocukken ben de kırım yapar, büyük iğnelerle tütün dizerdim. Simsiyah katran olurdu parmak uçlarım. Her tütün tarlası bana Hasan Dedemi anımsatır ve gölgesinden korkan topal eşeğini. Gülümserim çocukluğuma.
Kırkağaç çıkışında arıyorum Alim Beyi. Bilgi veriyorum. 12.50 de Soma’dayız. SHM ne gidiyoruz. Alim Beyle görüşüyoruz. Destek kitaplığı ile ilgili Kaymakam beyle görüşmek istiyoruz. Zamanımız dar bugün. Kısa bir yemek molası verip, etkinlik salonuna geçiyoruz. Bugün Tefide Hanıma Kadriye Hanım da eşlik ediyor. APHB den bir psikolog geliyor gözlemci olarak. Çocuklar gelmeye başlamışlar. Kayıt yaptırıyorlar. Alim bey yanında APHB den bir psikiyartrist ve bir psikologla birlikte geliyor ve bugün etkinliğe katılıyor.  Arka mahalleden gelecek çocukları bekliyoruz. Geciktiler. Hakan beyi arıyorum hasta yatağında son günlerde. ÇYDD Eğitimeviyle görüşüyorum ne zaman gelecekler bekliyoruz diye. Sara bu arada hemen bir masal anlatmaya başlıyor. Şahane.

Koşarak geliyor bizim sporcular sessizce kayıt yaptırıp bir yer buluyorlar kendilerine… Başlangıç çemberimizi yapıyoruz. Sara diyor ki “Ben neden çocuklar için yazıyorum biliyor musunuz?” Okul alışkanlığıyla ben ben diyen parmaklar kalkıveriyor hemen. Çocukları sevdiğin için en çok gelen yanıt. Ama Sara başka bir şey söylüyor onlara… ve alıp götürüyor hepimizi hayal dünyasına , çocuklar anahtar oluyorlar,kilit açıyorlar,uçuyorlar,konuyorlar… Sansula eşlik ediyor arada onlara…

Devler ülkesinin kitabına sıra geldiğinde yüzlerde kocaman bir şaşkınlık,dudaklarda aaaa sesleriyle yavru ahtapotun hikayesi başlıyor. Her sayfa ayrı bir heyecana neden oluyor. Yılan balığı yumurtalarından çıkmaya çalışan yavrulara “ çok daralmışlar” diye bir yorum geliyor…
Yavru ahtapot ve arkadaşlarının kuklaları heyecan yaratıyor. Sırayla fotoğraflar çekiliyor. Sara yardım istiyor yeni hikayeler için çocuklardan… Onlarda kağıda kaleme sarılıyorlar ve hokkabaz, kaleci,her kolunda ayrı bir marifet olanlar derken dizi dizi ahtapot resimlerini sıralıyoruz geniş pencereye…Çocuklar Sara’nın etrafını sarıyorlar bir tepecik oluşturuyorlar.

Alim Bey,Kaymakam beyin bizi beklediğini haberini veriyor.Kaymakam beyle bir görüşme yapıp hızlıca İzmir otobüsüne yetişiyoruz. Yorgun  ama keyifli bir şekilde dönüyoruz. Sara’yı metrodan havaalanına yolcu ediyorum ben de eve doğru yol alıyorum…

Geride hoş bir seda,keyifli bir dostluk kalıyor bana…

Önümüzdeki hafta Süleyman Bulut’la Kim Söyleyebilir Kim Söyleyemez diyeceğiz…

19 Ağustos 2014/İzmir

Sevgi Koşaner

7 Ağustos 2014 Perşembe

SOMA BULUŞMALARI-4

Gülsüm Cengiz'le "Herkesin bir Öyküsü var"... 7 Ağustos 2014


Bugünün yolculuğu dünden başladı yine… Gülsüm hanımın sabah ÇYDD Eğitimevi’nde de bir etkinliği olacağı için bir gece önceden Soma’ya geldi. Soma Sosyal Hizmet Merkezi Müdür Vekili Fatma Hanım ve Soma Bakım ve Rehabiltasyon Merkezi Müdür Vekili Cafer Beyin konuğu olarak huzurevinde konakladı. Sabahtan ona eşlik etmek üzere bir gece önceden ben de Akhisar’a anababa evine gitmiştim. Sabah Soma’ya doğru yola koyulduğumda etkinliğin ismine uygun öyküler bekliyordu beni otobüs durağında. Elimde çantalarla durağa geldiğimde daha önce de durakta gördüğüm çakır gözlü postacı durak bankında oturuyordu. “Abla kaçırdın dolmuşu” diyerek karşıladı beni. Günaydınlayıp yanına oturdum Postacı Fevzi’nin. 22 yıldır buradan binermiş posta aracına. Sabah Manisa’dan çıkan posta arabası Saruhanlı’ya uğrar yeni postaları bırakır, sonra Akhisar postanesine uğrar ardından Fevzi’yi duraktan alıp Soma’ya gidermiş. Akşamda aynı güzergahı bu kez giden yeni postaları alarak tersine tekrarlarmış. Soma’da çok yaşanacak bir şey yokmuş, eşi, Allah bağışlasın iki çocuğu da istememişler Soma’ya yerleşmeyi. Postacı Fevzi’ye her sabah gidip her akşam dönmek kalmış. “Olsun be abla yok bizim aksarımız gibi” diyerek halinden memnuniyetini dile getirdi. Göçmen dili hi hecesini yutmuştu Akhisar derken. Beni merak etti. Kimlerdendim.  Yaşını söyledi benimkini sordu aramızda bir yaş  vardı, “Olsun be abla sen benm ablammışsın zaten” dediJ) . Onbeş günde bir mi gidiyordum Soma’ya… “Her hafta gidiyorum” dedim. “Geçen hafta yoktun” dedi. “Bayramdı” dedim o nedenle gitmedim... Biz sohbet ederken gülen bir çift gözle iki el uzandı birden, önce yüzüme dokunacak sandım , iç sesiyle kikirdeyerek konuşan gülen yüz baş hizamda durağın önce camına dokunda sonra direğine,sonra takip eden her köşeye,kaldırıma,direğe kendince anlamı olan yerlere dokuna dokuna çiçekli şalvarı,oyalı yemenisiyle uzaklaştı… Fevzi, “Kendi halindedir O” dedi…Kimbilir o içsel kikirdemelerin ve her köşeye dokunmanın nasıl bir öyküsü var…Benim dolmuşum posta arabasından önce geldi. Vedalaştık Postacı Fevzi’yle…

Yola koyulmuştum ki Gülsüm Hanım aradı. “Kahvaltıya bekleyeyim mi sizi” diye. Annem yedirmeden yola çıkarmamıştı beni, şeker beklemezdi ayrıca yoldan geleniJ  Yol boyu zeytinler, güne bakanlar, dip kırımı bitmiş bazı tarlalarda orta kırımı yapılmış tütünlerle selamlaşarak Bakır İlçesine geldik. İlçe girişindeki takın iki yanındaki efe heykeli dikkatimi çekiyordu, üstlerinde plaket vardı, bu kez okuyacaktım… Sağ girişteki Kurutuluş Savaşı Gazisi Kamalı Ahmet Efe, sol taraftaki Çanakkale Gazisi Saçlı Mustafa Efe’ydi selamlayan… Efeler diyarındaydım… İlçeden çıkışta aynı yerden çıkıyorduk ana yola. Takın arka tarafında da vardı heykelleri. Yer değiştirmişlerdi bu kez. Araştırmalı onların öykülerini…

Soma’ya varınca Müdürlüğün sağladığı resmi araçla huzurevine çıktım. Cafer Beyin yanında buluştuk Gülsüm Hanımla. Bahçenin şeftalisinden koparılan ilk şeftalilerin lezzetiyle göreve gidecek aracı bekletmeden bavulu yanımıza alıp ÇYDD Eğitimevi’ne gittik.  ÇYDD Eğitimevi’ ndeki çocuklar bir fotoğraf çekimi çalışması için pazar yerindeymiş. Gülsüm Hanım etkinliğe çıkınca ben de sosyal hizmet merkezine gittim. Fatma Hanım APHB ni aradı, etkinliğe gözlemci birinin katılmasıyla ilgili. Tefide Hanım her zamanki desteğini güler yüzüyle vermişti. Salon temizlenmiş, sandalyeler hazırlanmış, halı inmişti. Öğle saati geldiğinden onu yemeğe yolladım gerisini ben hallettim. İşi bitirmiştim ki gök delindi, yer gök birbirine girdi. Şiddetli bir yağmur başladı. Bir saate yakın süren yağmur, fırtına da elektrikler gitti. Ortalık sakinlediğinde sokakta akan sulardan eser kalmamıştı. ÇYDD Eğitimevi’ nden aradıklarında anahtarı psikolojik destek birimindeki arkadaşlara verip ıslaklığın keyfini çıkararak eğitimevinden Gülsüm Hanımı almaya gittim. Kısa bir öğle yemeği yiyip etkinlik salonuna ulaştık.

Yağmur sonrası çocukların gelip gelemeyeceğinden çok emin değildik. Geldiler. 13 çocukla önce Küçük Uğurböceği kitabı okunarak, şans üzerine sohbet, ardından cümleleri tamamlayarak bir öykü oluşturma çalışması derken kendi öykülerini yazma çalışmasına geldi sıra. Kimi sadece yazdı kimi hem yazdı hem resimledi. Okulöncesi iki çocuğumuz vardı. Onlar geniş zemin kraft kağıda resimle anlattılar öykülerini. Biri bilinçdışı bir çalışma gerçekleştirdi. Etkinlikte APHB den gözlemci olarak bulunan psikolog arkadaşımızla durumu paylaştık. Yaptığı çalışmayı üzerine notlar alarak dosyasına konulmak ve kendisiyle çalışan uzmanlarla paylaşılmak üzere çocuklar gittikten sonra verdik.

Gelen çocuklardan yakın kaybı olanlar konusunda her zaman önceden bilgimiz olmuyor, gözlemlerimizle bunu fark ettiğimizde gözlemci profesyonellere durumu aktarıyoruz. AFAD için her hafta Manisa ASP İl Müdürlüğü Psikososyal Birimine ve Soma SHM ne yolladığımız raporlara da not ediyoruz isimlerini ve gözlemlerimizi.

Etkinlik bitiminde çocuklar yazdıkları öyküleri okudu,resimleri anlattı. Öykü yazanlardan bir kısmı başlangıçta yapamam,  yazamam diyordu, sonrasında ne hissettiniz sorusuna şu cümleleri söylediler;

Okuyarak ve yazarak bilinçaltı geliştirilebilir
Kendimi akıllı hissetim,
Kendimi yazar gibi hissettim
Kendimi ressam gibi hissettim.
Çok güzel kendimin yazar olduğunu sandım
Her zaman gelmek istiyorum
Zaten hep güzel oluyor buraya gelmek
İyi ki gelmişim

Bizimle görevinin ötesinde  yol arkadaşımız olarak sorumluluk üstlenen, tüm etkinliklerimizde yüreğiyle de yanımızda olan Tefide Özen’de duygularını şiirle döktü;

Bir grup çocuk gördüm bugün
Biraz neşeli, biraz buruk, biraz da sessiz
Çığlıklar atsa da minicik yürekler
Yüzlerindeki gülüşleri, tebessümleri gözbebeklerinden görünür

İşte Soma çocukları neşeli, buruk
Ne olduğunu anlamıyor, etrafı izliyor
İnsanlar gülünce gülüyor
Gülümseyen yürekler istiyor.

Etkinlik bitiminde çocuklarla bitiş çemberimizi yaptık ve bir sonraki hafta Sara Şahinkanat’ın konuğumuz olacağını paylaştık. Yeni etkinlik afişini astık.
SHM ne uğrayıp Fatma Hanımla vedalaştık. Resmi bildirimler için gerekli bilgileri verdik. Kaymakam Bey izinde olduğundan görüşemedik.
İstanbul yolculuğu bu kez Akhisar üzerinden. Soma Garajı’ndan Akhisar Birlik dolmuşlarına binerek bir saatlik yolculukla Akhisar’a ulaştık. O saatlerde garaja giren tek firma Metro Turizmdi. 18.30 aracında önceden ayırttığımız yer gelmemiz geçince satılmış. Neyse ki başka bir koltukta yer bulduk. İzmir’den gelen otobüs yarım saat gecikmeli geldi. 19.00 civarı ben İzmir’e, Gülsüm Hanım İstanbul’a doğru yola koyulduk. Güzel anılar, yeni hikâyeler dönüş yolculuğunda biz eşlik etti.
Önümüzdeki hafta bir başka yolculukla yeni öykülerin içine gireceğiz Sara Şahinkanat’la “Yavru Ahtapot Olmak Zor” diyeceğiz…

7 Ağustos 2014

Sevgi Koşaner-İzmir